Tenefüs zili çaldı, Mert Yağız arkadaşı Muhammed ile bahçeye indi. Her teneffüs çıkışında kantindekileri görüyor ve canları çekiyordu. Neyse ki, kantinleri düzenli olarak denetleniyordu ve onların sağlığına zararlı tek bir ürüne bile izin verilmiyordu. Kantinde birbirinden renkli meyveler vardı.Canları meyve çekti fakat annesi Mert Yağız’a sadece 1 TL vermişti. O da gidip cebindeki tek parayla bir tane mandalina aldı. Muhammed de ev yapımı kek istedi. İkisi de bahçede güle oynaya keklerini, meyvelerini yediler. Sonra da ders zili çaldı ve sınıfa gittiler. Katlarında nöbetçi öğretmen yoktu, müdür de odasında değildi. Hademe Mert Yağız koşarken arkasından “Dikkat et oğlum, yere düşersin” dedi. Mert Yağız düşmedi, ne yere ne de onun ayağının dibine. İşte bu kadar basitti onları mutlu etmek, işte bu kadar basitti hayat kurtarmak. Önemli olan; onlara neyi nasıl sunduğumuzdu.
O sırada ülkenin diğer köşesinde bir araç döndü köşeden, kırmızı ışıkta durdu. Plakasında “Kantinciler Odası Başkanı” yazıyordu. Resmi plakalı lüks araçta oturan şahıs bulunduğu koltuğun hakkını verdiği için vicdanı rahattı. Kantinler denetimi altındaydı ve çocukların sağlığına zararlı tek bir ürün bile bulundurmamak için gece gündüz çalışıyordu. Çünkü çocuklar geleceğimizdi, Mert Yağızlar bizim istikbalimizdi. Onları kaybedersek; istikbalimizi kaybedeceğimizi biliyorduk. Onları korumamak bayrağı korumamak demekti. Umutlar, Mertler, Muhammedler… Onları elbette endüstrinin kirli çarklarına, keskin dişlerine ve durmak bilmeyen hırslarına mahkum etmeyecektik. Çünkü bir kez bu mahkumiyeti kabul etmek, geleceğimizi kaybetmek demekti. Biz bu mahkumiyeti kabul etmiyoruz, biz çocuklarımızı bu kadar basit kaybetmeyi kabul etmiyoruz. Biz ülkemizi seven ve bu ülkenin geleceğinin teminatı olan çocukları yetiştiren bilinçli bireyler olarak herkesin aklını başına almayı öneriyoruz. Bu ülkeye koltuk ve makam sevdasıyla değil; gönülden ve cesurca hizmet etmeye çağırıyoruz. Daha fazla Mertler ölmesin, Umutlar tükenmesin diye. #ÇocuklarımızıYedirmeyeceğiz